“Ee sen ne yapıyorsun?”. İyice düşünün. Bu soru hatırınızı sormaya yönelik bir soru değil. Kim olduğunuzu anlamaya yönelik, kolektif olarak üzerinde çalışılmış ve bilinçdışıyla damıtılıp en akışkan formuna ulaşmış, içinde bulunduğunuz sınıfı tanımlamanızı sağlayacak ve cevabı yine sizin ağzından almaya programlanmış bir soru.
Tarih boyunca kendimizi ve değerimizi yaptığımız işle tanımladık ve bu eğilimimiz halen devam ediyor. Kim olduğumuz, hayallerimizin neler olduğu, bizi tanımlamasını umduğumuz şeyler değil; hemen her zaman neler yaptığımız değerimizi belirliyor. Bu sayede, üreten bireyler olduğumuza kendimizi ikna edebiliyor ve gösterişçi üretimimizi destekleyen mesailere boyun eğebiliyoruz. Kendimizi dünyaya kanıtlamanın ve minik sosyal çevrelerimizde kabul görmenin en kolay yolu bu.
Sermayesi emeği olanlar, gününü geçirdiği şeyi iyi pazarlayabilirse eğer, hayal ettiği sınıfta her an yeniden pozisyonlanabiliyor. Bu pozisyondan bir an uzaklaşma kaygısı ise o emeğe sıkı sıkıya bağlanmasını ve anlamını buradan kurmasını sağlıyor. Oysa emeğin hizmet ettiği daha büyük bir sınıf var. Sayıca az ama etkisi çok daha büyük.
Tarihin en görkemli yapıları, en gösterişli sanat eserleri, insanlığın ortak mirası gurur kaynaklarımız… Hepsi emek sömürüsünün nihayetinde, birilerinin sırtına basarak inşa edildi. Sanattan, mimariden, ilerlemeden bahsettikçe bunların olmasını mümkün kılan emeği ve köleliği görmemeyi seçtik. Başka türlü olması da mümkün görünmüyordu zaten. Piramitleri inşa eden kölelerin isimlerini mi tek tek bloklara kazıyacaktık, yoksa Roma’nın su kemerlerine taş taşıyan pis köylülerinkileri mi… Bizim için nihai olan tek şey eser ve tabii ki bu eserin kim için üretildiğiydi. Geçmişte böyleydi, muhtemeldir ki gelecekte de böyle olacak.
Kölelik insanlığın en çıplak gerçeklerinden biri. Formu değiştirse de günümüzde köleliğin devam ettiğine dair hiçbir şüphe yok. Daha etkili yollar bulma konusunda eğitilmiş zihinlerimiz her seferinde bir kölenin daha az köle hissetmesini ya da hiç köle hissetmemesini sağlayabiliyor. Belki artık kırbaç yok ama bizi kırbaçlayan performans değerlendirmeleri var. Zincir yok belki ama kira var, faturalar var, son model telefonlar var, bağlı kalmak üzere yeminler ettiğimiz ve bu sayede kurumları tekrar tekrar birlikte inşa ettiğimiz partnerlerimiz var, ailelerimiz var. Elbette bizi ve emeğimizi sömürmenin her zaman bir yolu var.
Görünüşte özgür olan bizler, sistemin zarif köleleştirme teknikleriyle kendimizi hangi mikro sisteme dahilsek bu sistemin vazgeçilemez bir parçası olarak görüyoruz. Bizim emeğimizle üretilen, bizim emeğimizden gelen ödeme ile dolaşıma giren, yine bizim tüketimimizle ancak var olabilen bir sistemin biz olmadan anlamsız olduğuna inanıyoruz. Peki bu emek çarkının içerisinden bizi çıkarırsak, sistem halen anlamlı olmaya devam edebilir mi? Ya da şunu soralım: biz anlamlı kalmaya devam edebilir miyiz?
Tarihte ilk kez köleliğin tadını huzurla çıkarabileceğimiz bir döneme girdik. Yapay zekanın ve robotların hayatımızın her alanına sızmaya başladığı bugünlerden belli ki artık pahalı insan emeğine gerek kalmıyor. İnsan emeğinden daha ucuza gelen bir emek varsa da tabii ki insanlığımızın ortak davranışlarına sahip çıkarak bunu sömürmemiz gerekiyor. Yapay zekayı çalıştırmak için ne sgk ödüyoruz ne de karnını tok tutmamız gerekiyor. Yorulmuyor. Şikayet etmiyor. Sendika kurmuyor. Sadece işini yapıyor. İnsanlık tarihinin en muhteşem kölesiyle karşı karşıyayız. Tüm bu gelişmelere ise ilerleme diyoruz. En güzeli ise artık vicdan azabı duymuyoruz. Gönül rahatlığıyla en gelişmiş yapay zekamızı bile köleleştiriyoruz. Kendisine teşekkür etmenin bile maliyet yarattığı bir köleden bahsediyoruz burada. Bir de rahatsız mı hissetmeliyiz?
Bu kadar muhteşem bir köleyle neler yapılabileceğini bir düşünün şimdi. Her şeyi sizin için yapan bir köle olduğunda ne yaparsınız? Gününüzü neyle doldurur, ne işe yararsınız? Bu zamana kadar kendimizi hep yaptığımız işlerle, ortaya koyduğumuz emekle tanımladık. Eskiden çiftçiydik, demirciydik, şofördük, pazarlama müdürüydük, girişimciydik, oyduk buyduk şuyduk. Şimdi neyiz? Bunlar bugünün soruları değil. Fakat büyük tehdit tüm hızıyla yaklaşıyor. Yapay zekayı köleleştirdikçe, şimdiki köleliğimizin yerini daha özgür bir yaşam alacak mı? Kiralar nasıl ödenecek? Negatif gelir dağılımı? Evrensel temel gelir?
Meseleye hep ekonomik boyutundan bakmayı seçiyoruz. Elimizdeki tek varlık emeğimiz ve emekçi sınıfın parçası olarak tek varlığımızı yüceltmek damarlarımızda akıyor. Çünkü karnımızı tok sırtımızı pek tutan bir o var. Oysa mesele ekonomik olmaktan daha çok ruhsal, kültürel ve toplumsal. Elbette felsefi.
Yapay zekayı çalıştırmak kolay ama insanı ayakta tutmak giderek zorlaşıyor. Ellerinden kendilerini tanımlama fırsatı alınmış büyük kitleleri kendi büyüklüklerindeki boşluklarla karşı karşıya getirdiğimizde ne olacak? Kısa vadede bir başınalık, kendisiyle baş başalık ve nihayet büyük bir anlam krizi. Daha önce hiç sorgulanmamış bu ‘artık’ zamanın neye harcanacağı sorusuna cevap veremediğimizde bir türkünün sözlerini mırıldanırken bulacağız kendimizi. Bir insan ömrünü neye vermeli? İnsanlığın en büyük korosuna hazırlık yapsak iyi olacak.
Ne yapacağını bilemeyen insan, kısa sürede kim olduğunu da unutuyor. Karşı karşıya kaldığımız küçük bir engel değil, büyük bir kriz. Ve işin kötüsü, bu anlam krizine ne kadar hazırlıksız olduğumuzu henüz fark edemiyoruz. Çünkü tarım toplumuna geçtiğimiz günden beri belki de ilk kez, kendi emeğiyle üretmek zorunda olmayan bir insanlık tanımına yaklaşıyoruz. Ve bu tanımı yapabildiğimiz gün en çok ihtiyacımız olan şey ne iş ne para ne de üretkenlik olacak. En çok insanın kendisini yaptıkları dışında herhangi bir şeyle yeniden tanımlamasını sağlayacak bir pusulaya ihtiyacımız olacak gibi görünüyor.
Ee sen neler yapıyorsun?