Ertelemenin, günümüzün en önemli problemlerinden biri olduğunu varsayıyorum. Yapılacakların sürekli ertelenmesi ve ertelenen şeylerin her çeşit bahane ile desteklenmesi, bu durumu takip eden zaman kaybetme ile ortaklaşa bir çalışma içerisinde devam ediyor. Zaman kaybetmek şeklinde spesifikleştirdiğimiz durum ise aslında kaybetme kaygısı ile birlikte gelip hayatımızın baş köşesine yerleşiyor.
Ertelemek pek çoğumuzun ortak sorunu. Fakat bunu bir rahatsızlık olarak değerlendirmek yerine “tepki” olarak değerlendirme eğilimindeyim. Neden sürekli bir şeyleri erteliyorum? sorusunu kendinize de soruyorsanız benzer bir cevapla karşılaşmanız olası. Başarısızlık korkusu, mükemmeli kovalamak ve idealize edilene yakınsayamama kaygısı ertelemenin başlıca nedenleri benim perspektifimde. Günün sonunda ortaya koyduğumuz her ne ise, üzerine planlama yapılarak ortaya konan şeyin çok daha azı olmaya mahkum görünüyor. Durum böyleyken kendimizi sabote etmek için neden ertelemek gibi bir yolu seçiyoruz. Boşa geçen zaman ve bu zamanın huzursuzluğu bile harekete geçmek için yeterli motivasyonu sağlayamazken, bir şey yapmamak için onlarca şey yapıp yine de o şeyi yapmamanın huzursuzluğuyla zaman geçirmemize sebep olan şey ne? Ya da boşa zaman geçirmek -ki bu boşunalığı nasıl tanımlıyoruz- gerçekten bu kadar kötü mü?
Boşa geçirilen zamanın, içinde yer aldığımız toplumun paydaşları tarafından ortaklaşa şekillenen bir kültürün baskısı olduğu ortada. Bir lokma bir hırka felsefesi ile dağ bayır dolanan bir keşiş için yönelteceğimiz vaktini boşa harcama eleştirisi yerini bulmakta asla başarılı olamayacak. Keşişin motivasyonu başarılı olmak, zengin olmak, popüler olmak vs. olmadıkça bizim anladığımız şekliyle zaman kaybetmek yüzünden kendisini suçlayamayız. Haliyle ortaya konacak ürünle ilgili kaygı taşımadığı sürece yeni bir projeye başlama, yeni bir dil öğrenme, yeni bir hobi edinme gibi konularda erteleme durumu da yaşamayacak. Bu durumda bir iyi veya kötüden bahsetmek mümkün değil elbette. Toplum içinde bir infiale neden olmayacak şekilde yaşayacak kadar erteleme sorununun üstesinden gelebiliyor olmak yeterli gibi görünebilir. Oysa başarılı olmak için kurduğumuz tüm hayaller kaybettiğimiz zamanla birlikte bizden uzaklaşıyor. Görünen bu en azından. İşte bu yetersizlik hissinin ailenin otoriter tavrı nedeniyle ortaya çıkabileceği gibi, sosyal medyada servis edilen parıltılı hayatlara, zengin sofralara, dünyayı gezen genç kaşiflerin ilgi çekici ve çok yönlü dünyasına şahit olmakla da oluşabileceğini görüyorum.
Ertelemekle ilgili en büyük yanılgıların başında ise tembellikle karıştırılması olduğunu sanıyorum. Erteleyenler -ki bu herkes demektir- her şeyi ertelemek için direnç göstermek yerine bazı konularda kendilerine verilen sorumluluklara tepki gösteriyor. Tembelliğin küçük düşürücü ifadesinden rahatsız olan bu -neye tepki gösterdiğini kesin olarak ancak kişinin bilebileceği- erteleyenler ise (zaman) kaybetme korkusuyla baş başa kalıyor. Oysa kaybettiğimiz ve ifade etmemeyi tercih ettiğimiz duygularımız oluyor. Yapılacak eylemin hissettireceği rahatsızlığın referans noktası bulunabilirse eğer bu erteleme sorunu ile ilgili daha sağlıklı adımlar atılabilir.