Hande Yener’in mükemmele yakın şarkısında söylediği gibi: kim bilebilir aşkı, aşktan ölene kadar… Düşündüğüm her zaman daha da içine gömülmek zorunda hissettiğim bu sorunun hissettirdikleri üzerine yazmak istiyorum.
Bir şeyi her yönüyle bilmenin mümkün olmadığına biliyorum. Bu “bilmek” şekli hiçbir şey bilmediğini söylemek ve peşine tek bildiğinin bu olduğunu söylemek gibi elbette. Bir şeyi her yönüyle bilmemeyi bilmekten saymadığımızda, geride tam anlamıyla güvenilir bir bilginin de kalmadığı açıkça görülüyor. İşte bu her yönüyle bilinen bir bilgi çünkü herhangi bir yön barındırmadan tam merkezde yer alıyor. Bu basit tekrarı yapmamın nedeni, bilmemek üzerine söyleyeceğimiz şeylerin isteklerden bağımsız olmaması. Madem ki herhangi bir şeyi tam anlamıyla ya da her yönüyle bilemiyoruz, öyleyse ne istediğimizi bildiğimize dair gelen inancımızın kaynağı nerede? Bu ayakkabıyı, o kadını, falanca mevkiyi istemenin arkasında yatan illüzyonla ne yapmak nereye varmak istemekteyiz?
İstediğini bilmenin, istenilen dışında bir uyaranla karşılaşılmadığı durumda ve seçenekler ne kadar kısıtlıysa o kadar güçlü bir ihtimalle ortaya çıkacağı fikrine sahibim. Bu durum yaradılış mitindeki aşkta da, köyünde iki akranından birine aşık olup Anadolu aşığı olarak anılan dertli köylülerde de, sevgilisine Instagram’ı yasaklamaya gayret eden varoşların yokluk görmüş genç aşıklarında da kendisini olağan çıplaklığıyla gösterir. Bu insanları karşılarındaki insanı istediklerine nasıl karar verdikleri sorulduğunda bunun ilahi bir sürecin parçası olduğunu söyleyebilirler. İlk örnekte görüldüğü gibi kendileri değil başkaları da bunu söyleyebilir. Oysa pek kısıtlı ya da hiç olmayan ihtimaller arasından birine tutunmak, seçilmiş bir arzunun, peşinde koşulmuş ve yedi milyar kişi arasından o bir tek aşkı kazanmak için üstün çabalar verilmiş olduğunu asla göstermez. Ele aldığımız şarkı sözünde aşk geçtiği için bunu duygusal ilişkilerdeki aşka atfederek açıklamaya gayret gösteriyorum. Oysa şarkı sözünde bahsedilen aşkın ilahi aşk olduğuna dair de güçlü bir inanç taşıyorum. Dileyen şuradan sözleri inceleyebilir. Ne istediğini bilmek, ancak ve ancak tüm ihtimallerle karşılaşmış, hepsini değerlendirmiş ve optimum olanda karar kılabilmiş olmakla mümkündür. Bunun aksinde yapılacak tüm istemeler hazların ve ihtiyaçların ve güdülerin ve hayatta kalma sistemlerinin bir yansıması olabilir. Ne istediğini bilmenin bu anlamıyla mümkün olmadığını görürüz. Bizim anladığımız haliyle ortada olan bu bilememe durumu ise ancak tüm ihtimalleri değerlendirmiş, tüm gerçekliğini kavramış, tüm iyi ve kötü ve artı ve eksi ve tanımlanabilecek ve tanımlanamayacak her durumdan geçerek bir şeyi kavramış olmak ve onun üzerine isteyip istemediğine karar verebilmekle ortadan kalkar. Şüphesiz bunu yapabilecek bir tek kişi vardır ve o da bu aşkı her yönüyle değerlendirip, o aşka en yakın olan ve o aşktan ölen, böylece aşk üzerine bir istek belirtebilecek olan o kişidir. Aşkı, aşktan ölerek bilen o kişi. Ancak yine de o bir ölüdür ve hakikatin ne olduğunu keşfedenlerin tamamı gibi, o da bunu bizim deneyimlemediğimiz halleri bize aktarabilmesinin bir yolu yoktur. Ne istediğini bilmek, ölmek demektir.
İstediğini bilmenin bir yolu yokken geride istediğini bulmanın kalmış olması heyecan verici bir yolculuğun devamı gibidir. Asla ulaşılamayacak o varış noktasında bulunmak için oradan oraya seyahat ederken yaşanılan hazlara varan her gezgin, ki öyledir gerçekten de her insan gezgindir, ne istediğini aradığı sonsuz bir yolculuğa çıkmıştır. Bulma umuduyla yapılan her arayış daha fazla seçenek ve uyaranla karşılaşmayla sonuçlanır. Buradaki durum artık deneyimleme ve daha iyisini aramaya devam etme olarak yerleşik bir hayat kazanır. Her arayış bir bulma umudu, her bulma umudu ise bilmeye daha fazla yaklaşmak demektir. Çünkü evren ancak tamamı, her bir atomun birbiriyle etkileşimi hesaplanabilirse anlamlı ve tutarlı bir açıklamayla buluşabilir. Ve bu açıklama da bilme durumundaki gibi, bu durumu deneyimlemeyenlere kavratılamaz. Öyleyse ne istediğini bulmak adına bir şeyden de bahsetmemiz mümkün değildir. Ancak ne istediğini aramaktan bahsedebiliriz. Bu arayışı yüceltebiliriz, türlü oyunlar oynayabilir ve yalanlar söyleyebiliriz. Umabiliriz, arayabiliriz ama bulamayız.
Ve yitirmek, her şeyin kaçınılmaz sonu olarak yitirmek. İstediğini bilmenin ve bulmanın mümkün olmadığı böylesi bir durumda artık geriye kalan tek şey bunu idrak etmektir. Bu farkındalık durumuyla birlikte yazının en başında yer alan ve merkezde konumlandırdığımız o bilme durumuna geliriz. Bu bilme de aslında sadece bilmediğini bilme olacağı için geri kalan tüm diğer bilmeleri yitirdiğimiz bir yere uzatır parmağını. Öyleyse tekrar soralım:
Kim bilebilir aşkı, aşktan ölene kadar…