Çocuk adamın kardeşi, o gün her günkü gibi abisi çocuk adamı sırtına alarak okula giden dağ yolunu tırmanmaya başlamıştı. Henüz on yaşında olmasına rağmen yaşıtlarından oldukça büyük, belki ondört belki de onbeşlerinde gösteriyordu. Kendisi de bunu -sırtlandığı yük yüzünden herkesler çocuk adamın kardeşini, olduğundan fazlası olduğuna ikna etmek ve şikayet etmesinin önüne geçmek için söylüyor olmalılardı- sıklıkla duyuyor ama ne demek istediklerini çok da iyi anlayamıyordu. Olduğundan büyük göründüğünü iddia edenlerin yüzlerinde gördüğü bir şaşkınlık ifadesi yoktu. Onların yüzünde kendisine iyi hissettirmeyen bir acıma ifadesiyle karşılaşıyordu. Hem insanların kaç yaşlarında olduğunu söyleyebilecek bir mefhum da geliştirememişti henüz. Açıkçası bu oldukça zor bir konu. Pek çoğumuz yaşlılığa doğru yolculuk etmeye başlanılan o orta yaş çıkışında bile diğer insanların kaç yaşlarında olduğunu tahmin etmekte zorlanırız. Bunu tekrar fark etmenin en iyi yolu ise kendimize kaç yaşında hissettiğimizi sormamız. Pek azımız biyolojik yaşını gerçekten hissettiğini söyleyecek, biyolojik yaşını hissettiğini söyleyenler ise bunu söylerken neyi referans aldıklarını açıklamakta zorlanacaktır. Çocuk adamın kardeşi bunları düşünmüyordu. Aklında sadece bugünkü görevlerini en az yorulacak şekilde yerine getirmesini sağlayacak gücü kendinde bulmak için hareket etmek vardı. Çünkü bu hareketin içerisinde kendince bir meditasyon hali yakalamış gibi görünüyordu. Bir adım, bir adım daha ve bir adım daha. Asla adımlarını saymıyor ya da bir hedefe ulaşmaya çalışmıyordu bu adımları sayarak. Onun için sadece bir adım vardı. Adımlar bile değil tek bir adım. Çocuk adamın kardeşi abisi çocuk adamla her gün çıktığı tepeyi çıkarken, çocuk adamın huzursuz kıpırdanışını duymuyormuş gibi yaptı. Homurtularına aldırmadan adımlarını atmaya devam etti. Tepenin üstünden aşağıya doğru baktığında okulu gördü ve yolculuğun neredeyse bitmiş olduğu hissiyle kendini kandırdı. Bunu biraz açmak gerek; çocuk adamın kardeşi de diğer herkes gibi ya da o öyle olduğunu düşünüyordu, yolculuğunu kafasında bazı yerleri işaretleyerek yapmayı seviyordu. İlk durağı kocaman bir kayaydı. Bu kayayı gördüğü zaman sıradaki durağını göreceği yere kadar tek bir adım düşüncesine geri dönüyordu. Sonraki durağı çorak bir vadiydi. Eskiden suların aktığı bu vadinin manzarasıyla her buluştuğunda içinden akarsuların aktığı hayalini kuruyordu. Pek çok kez kendisini bu vadiye benzetiyordu. Çocuk adamın çocuk adam olmadığı bir hayatı olsaydı ya da çocuk adamın kardeşi olmasaydı ya da en iyisi şöyle soralım, kendisi olabilmeyi seçeceği bir hayatı olsaydı çocuk adamın kardeşini nasıl bir hayat bekliyor olacaktı? Belki de tıpkı bu çorak vadi gibi, öncesinde hayat dolu her yanından yeşilliklerin boy vermek için yarış içerisine girdiği, akan suyun gürültüsünün her dinleyene farklı bir şey anlattığı kadar coşkulu, nereye varacağı bilinmez ama bir denize ulaşacağı muhakkak olan su gibi kendisi de kendisini mahkum etmediği bir hayatı yaşayacak ve yaşadığı küçük köyün sınırlarını yıkıp geçecekti. Kuşkusuz bu düşünceler on yaşındaki bir çocuğun muhakemesi için lüzumundan fazla alegori içeriyordu ama çocuk adamın kardeşi bir çocuk değildi. Başına bir felaket gelen her çocuk gibi çocukluğunu terli bir atlet gibi sırtından çıkarıp atmak zorunda kalmıştı. En fenası da bu atleti çıkardıktan sonra giyecek kuru bir atletinin olmamasıydı. Ona öyle geliyordu ki tüm hayatı terlemiş bir sırtın ayazda çıplak kalması kadar dondurucu bir hisle geçecekti. Çünkü bu küçük yaşında bile bundan fazlasını hissetmediğini açık yüreklilikle söyleyebilirdi. Tabi çocuk adama bakıp kendisine ne kadar da büyük gösterdiğini söyleyenler olmasaydı. Çocuk adamın kardeşinin sırtına yüklenen şey çocuk adam değildi sadece. Çocuk adamın zayıf bedeni altında ezilmiyordu da zaten. Sırtında hissettiği sadece bir gram bile olsaydı hislerinin ağırlığı değişmeyecekti. Onun altında ezildiği yegane yük sessizce kendisine yüklenen, kendisinden beklenen, asla yeteri kadar konuşulmayan ve konuşulduğu anda tüm günahların en büyüğünü işlemiş kadar ayıplanacağı hissiyle doldurulan bir beklentiler eyeriydi. Kendisi olamamanın verdiği ağırlığı ölçecek bir kantar da henüz icat edilmediğine göre çocuk adamın kardeşinin bir adım, bir adım daha atmaktan başka çaresi yokmuş gibi görünüyordu. Oysa ne kadar da yüce gönüllü bir insandı herkese göre ama o öyle hissetmiyordu. Tanrı onu böyle güçlü kuvvetli biri yaparken bunların hepsini de hesaplamıştı şüphesiz. Çünkü hepinizin de sıklıkla duyduğu ve pek çoğumuzun inandığı gibi, kaldıramayacağı bir yükle tanrı kimseyi sınamazdı. Ama çocuk adamın kardeşi böyle hissetmiyordu işte. Her adımda yükü daha da ağırlaşıyordu. Tepeden aşağıya doğru inerken dönüp bir kez daha vadiye baktı. Biraz daha büyüdüğünü hissetti. Madem yeteri kadar büyüktü öyleyse tek başına kararlar da alabilirdi artık. Dönüp okula baktı, yürümeye devam etti. Bir adım, bir adım daha ve bir adım daha…