Özgür Düşünce Üzerine

İnsanın eylemlerini şekillendiren düşüncelerden biri de hiç kuşkusuz, aynı çevrede bulunulan ve aynı topluluğun paydaşları olan insanlar tarafından, yapmayı tasarladığımız, planladığımız ya da arzuladığımız davranışlara verecekleri reaksiyonun zihnimizdeki ön izlemesi. Toplumun toplum olmasını sağlayan ortak değerler ve bu değerler bütününe olan bağlılık, tam da bu ön izlemede kendisini gösteriyor.

 

Kültür sürekli bir devinim halinde, kendisine yeni adetler kazandırmak için gayret bile göstermeden varlığını nasıl sürdürebiliyorsa birey de bu devinimle paralel bir yolda kendi düşünsel devinimini şekillendiriyor. Kültürün ve bireyin kültürünün birbirine dönüşümü; bireylerin zihinlerindeki ön izlemelerin paralellik gösterdiği ölçüde ve ifadeyi çok defa daraltan bir mekanizma ile bireyin zihnindeki kültürün yeni haline devinmesi şeklinde olurken, bu devinimlerin ortak zemini ise kültürel devinimin temelini oluşturuyor. Kültür bireyden ortaya çıkan ve bireyden bağımsız bir aklın ürünü olarak kendisini var edebilirken, birey diğer bireylerin de ön izlemeleri ile oluşturduğu kültüre paralel bir şekilde var olmaktan kendisini kurtaramıyor.

 

Sıkça duyduğumuz “komşular ne der?” fenomeninin dayanak noktası, kendi zihnimizdeki paydaşlarımıza karşı geliştirdiğimiz olası senaryoların bir ön izlemesidir ve bu ön izleme kendinden dışarı doğru gelişirken başka hiçbir şeyle ilişki içerisinde değildir. Oysa yine aynı ön izlemenin yarattığı en büyük illüzyon, bu düşüncenin genel geçer bir düşünce yapısına ait olduğu ve diğer tüm paydaşların da aynı düşünce yapısıyla rotasını çizip benzer reaksiyonlarda bulunacağı varsayımıdır. Ön izleme bir varsayım olduğu için asla var olmamış bir kurmaca ile yoluna devam eder. Bu kurmacanın doğuracağı sonuç bir diğer paydaşın da bu şekilde düşüneceği varsayımı ile kendisine yeni paydaşlar edinir. Fakat hiçbir paydaş kendi ön izlemesi dışında bir ön izlemeyi değerlendirebilecek kadar bir başkasının düşüncesini gözlemleyemez ve içine giremez. Algının tutsak edilmesi ve yok sayılması düşüncesinin “el alem ne derse desin.” sözüyle yıkılabileceği üzerine bir iddia ortaya atılabilir. Ne yazık ki bahse konu olan ön izlemeyi pekiştiren bir başka yaklaşımdır. Var olmayanı var edip, var olanı görmezden gelmek gibi bir yöntemin geriye bıraktığı dolambaçlı yol takip etmesi daha zor ve üreteceği türevlerin çokluğu ile tartışması daha dağınık bir zemini beraberinde getirir. Bu zemin kaygan olmaktan uzak, oldukça katı ve hareket kabiliyetini kısıtlayan bir başka zemindir. Algının bu tutsaklık tehdidinden de kurtulmasının yolu el alemin ne diyeceğini umursamamak değil, el alemin hiç var olmadığı fikriyle yüzleşmekten geçer. Ancak o zaman içten dışa doğru gelişen ön izleme artık kendi varlığı dışında bir varlıkla mücadele etmek zorunda kalmaz ve kendi idealini başta kendisine sonra çevresine ulaştırmak için bir çözüm yolu aramaya başlayabilir.

 

Düşüncenin özgürlüğü, biyolojik sınırlarının el verdiği ölçüde her şeyi düşünme kabiliyetine sahipken dışsal herhangi bir uyaranla sınırlandırılmadığı tam da bu noktada kendisini var edecek bir yol bulmuş olur.